23 Şubat 2014 Pazar

İÇ SES


Uyandı. Etrafına baktı. Her şey darmadağınıktı. Yatağının yanındaki masada laptop, laptopun yanında dünden önceki günden ve belki de daha eskiden kalan alkollü alkolsüz bir yığın içecek kutusu, birkaç fast food kartviziti, bir tutam ot, yerde yemek kırıntıları, odanın köşesinde en son ne zaman kullandığını bile hatırlayamadığı bir elektrik süpürgesi. Bir de üstünde Gölge yazan bir kimlik kartı. Zaten bunlar odayı doldurmaya yetiyordu. Yiyecek bir şeyler bakındı ama bulamadı. Küfretti. Gölge ismi ne kadar da uyuyor benliğime diye düşündükten sonra yatağının ucuna astığı pantolonunu giymeye yeltendi. Sonra vazgeçti.

Bunu neden yaptığını bilmiyordu. Belki geceden kalma olduğu için bugünün pazar olduğunu unutmuştu ya da belki iş günlerinin getirdiği bir alışkanlıktı ya da belki yazar betimlemeden bir an sıkılıp onun ATP harcamasına neden olmuştu. Lanet olası yazar.

Herkes onun delirdiğini düşünüyordu. Ama o 20’li yaşlarının başlarında fark etmişti. Nasıl fark ettiğini bilmiyordu. Tahminen yazar onun bu insanı çıldırtacak bilgiye sahip olmasına izin verip ilginç bir hikaye oluşturmaya çalışıyordu. Ama bunun ne kadar sinir bozucu olduğunu bilmiyordu. Her gün iç bunaltıcı bir stres, her şeyinin izlendiği izlenimi ,ki bu pek de yanlış bir izlenim değildi, hayatının sadece bir kaç parmak tarafından yönetildiğinin (ve hatta belki de oluşturulduğunun) bilincinde olmak, her gününü boktanlaştırıyordu. Belki her şeyi bilse ruhsuz ve hissizce devam edebilirdi ama yazar onunla bazı şeyleri paylaşmıyordu. Mesela duygularını ya da düşüncelerini biliyor muydu? Ya da olayları belirlese bile kendi iradesi var mıydı? Bunu bilmemek onu çıldırtıyordu. Peki ya...

-Susadım, diye araya girdi Gölge.

-Beni bölme, diye çıkıştı yazar.

-Ama susadım.

-Biliyorum.

Aklında bu düşüncelerle kalktı üzerinde sadece iç çamaşırıyla mutfağa gitti. Suyu içti. Salona geri döndü. Dönerken gözü aynaya takıldı. Çok güzeldi. Bunu zaten biliyordu. Ama güzelliğine bakınca egosu tatmin olmuştu. 90-60-90 denilecek vücut ölçülerine sahipti. Tam bir latin güzeliydi.

-Neden beni bir cinsel objeye dönüştürdün buraya kadar gayet iyi gidiyordun, dedi Gölge.

-Senin kendini iyi hissetmen için. Zaten durumun oldukça zor.

-Bırak bu nazik erkek ayaklarını. Ben o kadar çok erkekle birlikte oldum ki...

-Evet hepsinde ben ordaydım.

-...yapmaya çalıştığın şeyin ne olduğunu anlıyorum. Özgüvensizliğin yüzünden yazdıklarına güvenemiyorsun ve içten içe nefret ettiğin popüler kültürün en büyük kozu olan sığ cinsellikten nemalanmaya çalışıyorsun. Ama bence yazdıkların gayet güzeldi.

-Evet çünkü ben senin öyle düşünmeni istiyorum. Sen benim bilinçaltımdaki kayıp parçamsın.

-Peki bilinçaltının bir kadın olarak belirmesini neye bağlayacaksın?

-Her erkeğin eksik parçası bir kadındır ve her kadınınki de bir erkek ,özel durumlar hariç, aslında sen benim yaşayamadıklarımsın, söylemek isteyip de fırsat bulamadıklarımsın, söylemeye korktuklarımsın, sen benim karşılıklı iki çay koyup içemediğim için aynı bardağa tekrar doldurup içerek kendimi avuttuğum çayımsın.

-Peki madem bilinçaltında sevdiğin bir kişiyim hayatımı neden bu kadar boktan resmediyorsun?

-Bilmiyorum sensizliğe bu kadar dayanmamın tek sebebi senin de acı çektiğini düşünmektir belki de.

-Bu hayatımda duyduğum en saçma şey, dedi Gölge. Ya da yazar öyle hissetmesini sağlamıştı. Bilmiyordu.

-Ne kadar seni sevsem de kendimi de bir o kadar seviyorum. Ve belki de egomu yerden ancak böyle kaldırabiliyorumdur. Kendi sefil hayatımın senin sefil hayatından bir nebze olsun daha iyi olduğunu düşünmek. İnsanların gördüğü yediği duyduğu her şeyi daha hissedip yaşayamadan diğer insanlarla paylaşması da bu nedenle sanırım. İşte ben bir şeyler başardım diyebilmek. Hayatının sefil olduğu gerçeğinden bir an olsun uzaklaşabilmek. İster bir yatakta uyan istersen barın birinde ister yalnız ol istersen de senin için anlam ifade etmeyen birileriyle. İstersen 1000$ değerindeki yemek resmini paylaş istersen sadece üst gelir grubun gidebileceği bir yerde check-in yap. Kim olursan ol nerede olursan ol değişmeyecek. O kişiyle değilsen eğer sabah uyandığında o mutsuzluk midene oturacak,  seni oturduğun yere mıhlayacak, hayatının ne kadar değersiz olduğunu hatırlatacak o beş para etmez bedenine, ne kadar kamufle edilirse edilsin bazı nesnelerle. Gerçek değişmeyecek çünkü kararmış ruhları boyayabilen bir ruj, kamufle edecek bir allık ya da ona şekil verebilecek bir tür jöle yok.

-Sanırım hikayen bir tür iç konuşmaya dönüştü. Ya da en başından beni özgür bırakmak istiyordun. Belki de benden kurtulmak. Bunun olmayacağını biliyorsun değil mi?

-Hayır, sadece seni daha derine gömmek için çıkarttım olduğun yerden.

-Beni silmenin tek yolunun yerimi başkasıyla değiştirmek olduğunu biliyorsun değil mi?

-Evet, ama o kadar kolay değil. Bunu yapmayı birçok kez denedim. Ama sana olan sevgim bir tür takıntıya dönüştü sanırım. Senden her uzaklaşmaya çalıştığımda kendimi sana daha yakın buldum. Aslında gerçekte olmayan şeyleri sanki bir imaymış gibi algıladım. İşin kötüsü ne biliyor musun? Bunun farkında olacak kadar zekiyim. İşte içimdeki bu çelişki beni her gün daha fazla tüketiyor. Daha fazla yoruyor. Öldürmüyor ama güçlendirmiyor da. Bir şeyler yapmak seni unutmamı sağlıyor bir nebze. Ama uyumadan önce ışığı kapattığımda öyle bir yalnızlık çöküyor ki içime nefes bile alamıyorum. Sonra aklıma sen geliyorsun yine. Seni yalnızlıkla bağdaştırmamsa gerçekten trajikomik. Biliyorum başka birisini bulacağımı. Birilerini bulmak çok kolay. Ama istemiyorum. Hep bir eksiklik görüyorum. Bazen çirkin diyorum. Bazen aptal. Hiçbir şey bulamayınca kafamız uyuşmadı diyorum kendi kendime. Ama diğer yanım biliyor ki onların tek eksik yanı sen olmaması.

-Peki ya...

Kapı çalar. Oda servisi gelmiştir.

-Oda servisi mi? Beni dinlememek için yapabileceğin en iyi şey bu mu?

Gölge kapıya doğru yönelir. Oda servisine bir şey istemediğini söyler.

-Sadece bir şey isteyeceğim senden, dedi Gölge. Ki yazar ne isteyeceğini zaten biliyordu. Ama yine de sormasına izin verdi.

-Söyle.

-Sadece bu günlük beni sen yönlendirme sadece bugünlük bağımsız bir iradem olsun.

-Bu mümkün değil. Benim tarafımdan yaratılmış bir şeyin benden bağımsız hareket etmesi mümkün değil. Çünkü sen sadece seni var ettiğim sürece var olabilirsin. Benden bağımsız olduğun anda yok olmuş olacaksın. Bensiz bir sen düşünülemez. Acıyı zevki tutkuyu sana bahşeden kişi benim. Benim olmadığım herhangi bir durumda senin varlığın hiçlikten öteye gidemez. Yani varlığını bana borçlusun da diyebiliriz. Bence bana teşekkür etmelisin.

-Peki ya sana bunu istemediğimi söyleseydim. Ben senin kapına var olmak için dayanmadım. Sen beni var ettin. Şu ana kadar istediğim şeylerden sadece işine gelenleri yaptın ve şimdi de bir teşekkür bekliyorsun. Şu anda kendimi öldürsem ne yapardın merak ediyorum.

-Ben istemediğim sürece ölmen ya da en azından yok olman mümkün değil. Seni başka bir yerde hayata döndürebilirim ve eğer istersem benden izinsiz böyle bir şey yaptığın için senin acı çekmeni sağlayabilirim. Öyle ki aklından hiç çıkmayacak bir deneyim olurdu bu. Ya da kafama göre seni ödüllendirebilirim de. Hiç tatmadığın zevklerle dolu yeni bir yere yollayabilirim seni. Ama bunu yapman için önce bunu hak etmen gerekiyor. Bunu şu anki bilgilerinle anlaman imkansız. Çünkü ben senin mantık evreninden bağımsız yaşıyorum. Ve beni anlama yetisini sana vermedim. Kendi kendimi bile anlayamıyorken bu biraz saçma olurdu zaten.

-Peki, neden beni sınıyorsun?

-Sana mantıklı ya da mantıksız gelecek bir sürü neden sunabilirim ve seni buna inanmaya zorlayabilirim ama doğruyu söylemek gerekirse çok sıkıldım. Aslında mükemmel bir yer yaratmak istedim. Çünkü benim var olduğum yerin pek kusursuz olduğu söylenemez. Gerçi senin memnuniyetsizliğine bakılırsa bunu da elime yüzüme bulaştırdım.

-Madem beni bu kadar çok seviyorsun sadece mutlu olmamı sağla. Belki de ihtiyacın olan tek şey budur. Ve bu arada beni görmezden gelmeye kalkışma sonuçta ben senin bilinçaltının bir yansımasıyım, aslında benim istediklerim zaten senin istediklerin.

-Zaten bu konuşmanın amacı baştan beri buydu. Ama fırsat bulmuşken seninle son kez konuşmak istedim. Birazdan her şeyi unutacaksın. İraden yine bana bağlı olacak ama sen bunu bilmeyeceksin. Aslında hep istediğin şeyi sana vermiş olacağım sanırım.

-Ayrılık vakti geldi o zaman.

 Daha fazla şey söylemek istedi Gölge ama yazar buna izin vermedi.

-Benliğimin bir parçasının benden kopması çok saçma olurdu. Bu bir ayrılık değil bu daha çok bir küsme olacak. Hep yanından geçip selam vermeyeceğim eski bir tanıdık. Ama sen artık hak ettiğin yerde olacaksın. 
Bu ego saçmalığının bitmesi lazım. Gerçekte ne olacağını bilmiyorum ama hayallerimde mutlu olmanı sağlayacağım en azından.

Uyandı. Etrafına baktı. Her şey çok düzgün görünüyordu. Kocası gitmişti (Ki o kesinlikle yazar değildi). Masanın üstünde bir kahvaltı masası hazırlanmıştı ucunda da bir not.

Seni seviyorum. Uyandırmaya kıyamadım.


Kocası onu her seferinde mutlu edecek bir şey buluyordu. Pantolonunu giydi. Kahvaltısını yaptı. Elektrik süpürgesini çalıştırdı. Hayat ona güzeldi.

KARANLIK BİR ANI


Soğuk, çok soğuk diye geçirdim içimden. Yazın bu zamanında bu kadar soğuk bir yer bulmak garibime gitmişti. Tüm fark edebildiğim buydu çünkü gözlerim başka bir şeye bakamayacak kadar meşguldü.

Karşımda küçük bir çocuk vardı. Sarı saçlıydı, yürümeyi öğreneli pek uzun zaman geçmemişti belli ki. Hani şu paytak paytak yürüyüp sonra yeri devrilince çok komik bir görüntü oluşturanlar, hani şu güldüğünde insanın içini ısıtan masum bakışlarıyla, hani şu saflığıyla yetişkinlerin hayranlıkla izlediği çocuklardan. Yalnız sorun vardı. Çocuk ağlıyordu ama ağlarken insanı delirten bir sessizliği vardı. Yüzüme bakıyordu yalvarır gibi.
Ve ben... Elimde bir silah vardı. Soğuk metal parçasını çocuğun yüzüne doğrultmuştum. Bu benim irademin dışındaydı. Zaten bu boktan hayatımda neyi kendi irademle yapmıştım ki... Buraya nasıl geldiğimi bile hatırlamıyordum. İkimiz de ses çıkaramıyorduk. Kalp atışlarım delicesine hızlanmıştı, ellerim terliyordu, sürekli yutkunuyordum. Midemde çok değişik bir sancı vardı daha önce hiç hissetmediğim bir şekilde. Buzdolabını hatırladım ve nasıl oldu da durum buraya geldi diye düşündüm. Sanki o günü hatırlamanın sırasıymış gibi. Hızlıca düşüncelerimi topladım. Ne yapacağıma karar vermeliydim.

-Kurallar çok açık değil mi ya sen ya o. Bugün ikinizden biri öleceksiniz. Artık karar verme zamanın geldi , dedi bilge adam. En azından kendisine öyle seslenilmesini istiyordu. Bir insana bir çocuğu öldürtmeye çalışmanın neresindeydi bilgelik?  

Aslında uzaktan bakınca çok sakin ve normal birisine benziyordu. Ama gözlerine dikkatli bakınca o hüznü görmek hem basit hem de dehşet vericiydi. Gözlerinin içine bir süre baktığımda durumun ne olduğunu unutup ona üzülmeye başladım bir an için bile olsa. Bir insanın bu kadar acı çekmesi mümkün müydü? Peki ya sadece gözlerine bakarak bu acıyı anlamak? 10 dakikadır uyanıktım ve bende bu kadar fazla izlenim oluşturmuştu. Belki de durumun vahametindendi.  Kafam karışmıştı. Zaten benim gibi dayatmalar kurallar dogmalar etiklerle çevrili bir insan olağan dışı durumda bulunmamalıydı. Bu sistemin öngöremediği bir talihsizlikti. Birden düşüncelerimden sıyrıldım ve basit bir şekilde konuştum:

-Neden ha? Neden ikimizden biri ölmeli? Gerçekten birini öldürmenin bilgelikle ne alakası var? O daha küçücük bir çocuk neden yaşamasına izin vermiyorsun?

Çocuk susuyordu. Bilge adam sakince yanıtladı sorumu.

-Hayır, dedi bilge adam. Bu tamamen senin elinde. O çocuğun yaşamasına izin verebilirsin ya da kendi yaşamına devam edebilirsin. Ama şimdi sana ufak bir yardım.
Şu anda çocuğun önünde çok iyi bir gelecek var. Ona en iyi imkanları sunarak belki de bir insanın yaşayabileceği en iyi şekilde yaşatacağım. Kesinlikle dünyayı değiştirecek buranın daha iyi bir yer olmasını sağlayacak.

Ve diğer tarafta senin hayatın. Yalnızsın. Bu dünyada seni gerçekten seven kimse olmadı. Tüm hayatın çıkar ilişkileri üzerine kurulu. Basit alışkanlıkların var. Hayatını haftalık bir tablo şeklinde yazsaydım yılda en fazla 2 ya da 3 kere bu tablonun dışına çıkabilirdin. Sıradan bir işte çalışıyorsun. Basit işin dünyaya hiç bir şey kazandırmadığı gibi senin işini dışarıda yapabilecek sürüyle insan var. Eğer seni seçmeseydim bundan sonra da hayatında hiçbir değişiklik olmayacaktı. Basit bir mantık evliliği yapıp basit bir şekilde ölecektin ve bu dünyadan sessizce ayrılacaktın.
Ama tabi bu çocuğu öldürürsen bilge adam olmak yolundaki ilk adımını atmış olacaksın. Ve insanların görmediği görmek istemediği her şeye şahit olacaksın şimdiki boktan hayatından bile daha mutsuz olacaksın. Çünkü bu yolun sonunda acı ve gerçeklikten başka hiçbir şey yok.

Ellerim titriyordu. Ve birden düşünmeye başladım. Beynim hiç olmadığı kadar hızlı çalışmaya başladı. Eğer bu çocuğu öldürürsem hayatıma devam edebilecek miydim? Sahip olduğum tüm etik ve dini değerlerin baskısına dayanabilecek miydim? Eğer böyle masum bir çocuğu öldürürsen nefretle baktığım canilerden savaş meraklılarından ne farkım kalacaktı? Kan görmeye bile dayanamayan ben çocuk öldüğündeki görüntüyle başa çıkabilecek miydim? Çocuğun hayatını kurtarırsam beni ileride insanlara anlatır ve ölümsüzleşirdim belki de. Kararımı vermiştim.

-Son 5 saniye.
Bu sırada silahı şakağımdan karnıma doğru indirdi. Sanırım yavaşça ölmemi istiyordu.
Kaskatı kesilmiştim.
-4
Hayatımı ne kadar işe yaramaz ve boş bir şekilde geçirdiğimi fark ettim.
-3
Gözlerimden akan yaşları durduramıyordum.
-2
Ölecektim.
-1
Gözlerimi kapadım.
Çocuk susuyordu.
-TAK!

Silah sesinin hemen ardında kasıklarımdan karnıma doğru bir sıcaklık hissettim. Acı yoktu. Sanırım ilk vurulma anında böyle oluyordu. Ama bir gariplik vardı. Gözlerimi yavaşça açmamla kusmam bir oldu. Sıcaklığın sebebi altıma işememdi. Ağlamamı durduramıyorum. Ateş eden bendim. Çocuğun beyni etrafa saçılmıştı. Hepsi gitmişti. Öğrendiğim inandığım destek verdiğim (ama asla uğruna savaşmadığım, çünkü bu kurallara karşı gelmek olurdu) her şey bir anda ellerimin arasından kayıp gitti. O anda tüm mutsuzluklarım birer birer aklıma gelmeye başladı. Sadece sevişmek için sevdiklerim, kaybettiklerim, kazanamadıklarım, sadece açgözlülük yüzünden kazanıp sonradan aslında atmak istediğimi fark ettiklerim, para için sattığım hayallerim zamanım ilişkilerim... Ama bir an sonra karşımdaki ölü bedene baktım. Kaybetmiştim.

-B-b-b-bu nasıl olur. B-b-b-ben onu öldürmek istememiştim.
-Hayatta kalma içgüdüsü, diye yanıtladı bilge adam.
Kafamı yere eğdim. Hareket etmiyordum. Gücüm kalmamıştı. Ağzımdan sadece şu kelime çıktı.
-Kaybettim.
-Neyi kaybettin? Bu soruda meraktan çok bana bir şey söyletme amacı olduğu apaçıktı.
-Tüm değerlerimi, yaşanmışlıklarımı, kişiliğimi. Kısacası burada az önce iki kişi öldü.
Gülümsedi. Sanırım artık hiçbir şeyden emin değildim.
-Evet, dedi. Bilge adam olma yolundaki ilk adımındı bu. Şu anda ruhu olmayan bir bedensin. Ama bunu kasıtlı yapmadığın için hala ruhun özünü taşıyorsun. Artık bir kimliğin yok. Şimdi ya ruhunu o saçma dogmalarla tekrar doldurursun ya da benimle gerçeği aramaya gelirsin.

Silahı güven işareti olarak yere bıraktı.

Soğuktum. İçim bomboştu. Hiçbir şey hissetmiyordum. Üzgün bile hissedemedim bilge adamın konuşmasından sonra. Şu anda 25 yaşında hayati refleksleri olan bir bebektim.

O anın şokuyla mı bilmiyordum geçmişim gitgide silikleşiyordu.
Sanki bir film gibi.
Vasat bir film.
Adını hatırlayamadığım oyuncuları tanıyamadığım sadece izlediğimden emin olduğum bir film.
Ya da belki izlememişimdir.
Sahi o filmin adı neydi?

Silahı yerden aldım ve bilge adamın karnına ateş ettim. Bunu o kadar hızlı yaptım ki düşünmedim bile. Ateş ederken bilge adamın suratında bir dehşet vardı. Sonra o dehşet bir gülümsemeye dönüştü.

-Bunu tahmin etmemiştim, dedi. Sesi hala sakindi. Niye beni vurdun? Bir kişi öldürmek bile yeterince zor değil miydi?

Konuşmaya başladım ve düşünmediğimden emindim sanki başka bir benin kontrolüne girmiştim.

-Sağ ol (Sağ ol mu ne saçmalıyordum ben) .Evet artık içim bomboş ve bunu dogmalarla doldurmamaya karar verdim(Gerçekten böyle bir karar mı verdim).Bu çocuğun ölmesindeki asıl suçlu benim bana zor durumda kalınca sadece vahşi bir hayvan olduğumu gösterdin.(Hayır o da suçlu ben o çocuğu öldürmek istemedim). Bu sistem bizi insan yapmıyor sadece evcil bir hayvan yapıyor(Ne dediğimi bilmiyordum ama benliğimin karanlıkta silikleşmeye başladığını hissetim). Ama ben gerçekten bir insan olmak istiyorum(Sanırım ben yani eski ben ölüyordum. Daha az önce vahşice kendim yerine çocuğu öldürdüm demek işin hilesi buymuş benim her şekilde ölmem gerekiyormuş)

-Bu soruma cevap değil, beni neden öldürdün? ,diye yineledi bilge adam.

-Beni tüm dayatmalardan kurtardın ama sen de benim için bir dayatmadan başka bir şey değilsin. Yol göstermek istediğini biliyorum ama zaten tüm dayatmaların temeli buna dayanır. O yüzden ölmen lazım.
Bilge adam gülmeye başladı en başta gördüğüm hüzün tamamen kaybolmuştu. Ölüyordu. Ve eski ben de iyice silikleşmeye başladım.

Ölmeden önce son sözü şu oldu.
-Gerçeği ararken hep bir terslik olduğunu biliyordum. Ben de başka bir bilge adam tarafından bilge adam yapıldım. Demek kaçırdığım nokta buydu ha.
Gülümseyerek can verdi.
Ve eski ben de aynı sıralarda kayboldum.

Eski kişilik yavaşça hiçliğin sonsuzluğuyla birleşir. Yeni kişilik gerçeği aramak üzere kapıdan çıkar.